Haftanın Kitapları: 06.07.2011

Açık Dergi
-
Aa
+
a
a
a

Michael Crichton

Korsan Günlükleri

çev. Emil Selim Bayındır

Altın Kitaplar Yayınevi, 2011, 351 s.

Daha çok “tekno-gerilim” olarak adlandırılan tarzın en önemli temsilcisi kabul edilen Michael Crichton, yazarlığın yanı sıra film yapımcısı ve senaristlik gibi kimliklere de sahipti. Hatta bir filmi (Jurassic Park), bir kitabı (Taciz) ve bir televizyon dizisi (Acil Servis) eşzamanlı olarak kendi alanlarında bir numaraya yükselmiş –şimdilik– tek yazar olarak tarihe geçmiş durumda. Üretkenliğiyle dikkat çeken bir yazar olan Michael Crichton’ın son romanı 2006 yılında yayımlanmıştı (bu roman Sıradaki ismiyle İnkılâp Kitabevi tarafından Türkçede de yayımlandı); 2008’de ise, gırtlak kanseri nedeniyle hayatını kaybetti. Dolayısıyla Korsan Günlükleri, Michael Crichton’ın ölümünün ardından yayımlanan ilk romanı. Asistanı tarafından Crichton’ın bilgisayarında bulunmasıyla gün ışığına çıkmış durumda. Yazarın bilgisayarından tamamlanmış olarak bulunan Korsan Günlükleri’ni, 2012 yılında yayımlanması beklenen bir roman daha izleyecek. Micro adını taşıyan ve tekno-gerilim tarzında olduğu açıklanan bu yarım kalmış romanın Crichton’ın notlarından yola çıkılarak tamamlanması planlanıyor; bunun için de, Türkçede Buzluktaki Şeytan, Sıcak Bölge ve Kobra Olayı romanlarıyla tanıdığımız Richard Preston’la anlaşma yapılmış durumda.

Korsan Günlükleri, çok kısaca söylemek gerekirse, 17. yüzyılda Jamaika’da geçen bir korsan macerası... Yazarın ölümünden sonra yayımlanan bir roman olmasının yanı sıra, diğer önemli tarafı da bu aslında. Nasıl ki, ilgi açısından sabit bir grafik çizen vampir edebiyatı ya da filmleri, bir anda Stephenie Meyer’ın Alacakaranlık serisiyle inanılması güç bir pik yapmışsa; bir zamanlar özellikle çocukların kayıtsız kalamadığı, ama son zamanlarda (her ne kadar Karayip Korsanları’yla –ve elbette Jack Sparrow karakteriyle– biraz hareketlenir gibi olduysa da) eski popülerliğini kaybetmiş gibi görünen korsan maceraları da bu romanla birlikte yeniden ön plana çıkabilir. Üstelik Steven Spielberg’ün uzun zamandır çekmek istediği korsan filminin, belki de bu romanın bir uyarlaması olacağı söylentileri ortalıkta dolaşıyorken. (Hatırlanacaktır, Steven Spielberg ile Michael Crichton isimleri, en son Jurassic Park filmlerinde bir araya gelmişti.) 

Mark Watson

On Bir

çev. Dost Körpe

Domingo, 2011, 263 s.

Bir radyo programcısıyla karşılaşıyoruz On Bir romanında... Dinleyicileri tarafından Xavier Ireland olarak bilinen bu karakterin, Londra’da, gecenin oldukça geç saatlerinde kendileriyle ilgilenmesini bekleyen dinleyicileriyle sohbet ettiği ve canlı olarak yayımlanan bir radyo programı var. Telefon edenlerin dertlerini dinlediği bir program sunuyor Xavier Ireland. Aslında Xavier Ireland, kahramanımızın gerçek ismi değil; gerçek ismi Chris Cotswold ve Londra’ya da Avustralya’dan göç etmiş biri. Program yaptığı radyoda işe sıfından başlayıp giderek yükselmiş ve artık daha önce asistanlığını yaptığı Murray’le birlikte söz konusu programı sunmaya başlamış. Aslında bu durum (yani kahramanımızın her şeye sıfırdan başlamayı göze alarak Londra’ya gelmesi, Londra’ya adım attığının daha ikinci haftasında ismini değiştirmeye girişmesi, radyoda başkalarının hayatlarını ön plana çıkaran bir program hazırlaması ve rüyalarında hep çocukluk anılarını görmesi) bir şekilde tahmin etmeyi kolaylaştırıyor ve zaten ilerleyen sayfalarda da anlıyoruz ki, pek geçmişini hatırlamak istemeyen, daha önce her şeyi terk edip yeni bir hayata başladığı için yine her şeyi kaybetmekten çekinen ve ona göre hareket eden bir yapı sergiliyor. Ama bütün bunlar, durulmuş gibi görünen sular, Xavier’nin hayatına Pippa’nın girmesiyle bir anda bulanmaya başlıyor. Bu temizlikçi kız, Xavier’nin geçmişinin üzerine sıkı sıkıya örttüğü kapıyı aralayarak, içeride yeniden neler olduğuna bakmasını sağlayacaktır...

Aslında romanın, bir çeşit “kelebek etkisi” hikâyesi olduğu söylenebilir. Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı Xavier Ireland’ın verdiği bir kararının –daha doğrusu veremediği bir kararının– on bir yabancı insanın hayatı üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu, nelere yol açtığını okuyoruz. (Xavier Ireland’ın başharflerinin roma rakamlarına göre on biri işaret etmesi ve romanın on bir bölümden oluşması da en az hikâyenin kendisi kadar tesadüf olsa gerek!)

Gülşah Elikbank

Mavi Dağ:

Günebakan Üçlemesi 2

Sepya Kitaplar, 2011, 303 s.

Mavi Dağ, Gülşah Elikbank’ın Günebakan adını verdiği üçlemesinin ikinci kitabı; ilk kitap Siyah Nefes de 2009 yılında, yine Sepya tarafından yayımlanmıştı. Bir aşk hikâyesi anlatıyor aslında Gülşah Elikbank; Nil ile Kayra’nın ve yakın çevresindekilerinin hikâyesini... Ama bunu fantastik kurgu penceresinden bakarak, Türkçede nedense pek tercih edilmeyen bir tarzda aktarmasıyla ön plana çıkıyor Elikbank’ın anlatısı. Kullanılan fantastik kurgu öğelerinde de, çeviri kitaplardaki temalardan farklı olarak, Anadolu efsanelerinden esinlendiği söylenebilir. Genel bir çerçeve çizmek gerekirse; üçlemenin ilk kitabı Siyah Nefes’te geçmişle yüzleşme teması işlenmişti, elimizdeki ikinci kitap Mavi Dağ’da ise bir anlamda kaderle imtihan irdeleniyor. Başta Nil ile Kayra olmak üzere, ilk kitapta tanıştığımız tüm karakterler Mavi Dağ’a doğru yola koyuluyorlar... “Bulunduğumuz yer basit bir patikanın başıydı. Ama patikanın sonunda ışıldayan göz alıcı mavi ağaçlar, onların üzerinde sanki bir yağlı boya tablosundan fırlamışçasına canlı renklerle asılı duran yıldızlar ve hemen onların tepesinde gördüğüm en tarifsiz tondaki gökyüzü... Mavi Dağ! Burası kesinlikle adının hakkını fazlasıyla veriyordu. İlk kez mavi rengin tüm ara tonlarını bir arada görmenin heyecanı içindeyken yanı başımdan usulca geçen gri mavi bulutlar dengemi altüst etmişti. (...) Burada yeryüzü ve gökyüzü iç içeydi. Yıdızlar herhangi bir ağacın tepesine çıksam dokunabileceğim kadar yakındı. Telaşsızca havada yer değiştiren bulutlara elimi uzatınca hafif bir serinlik hissi vererek avuçlarıma değdiler. Güneş ışığının geliş açısıyla mavi tonlar yer değiştiriyordu. Birden omzuma değen elle irkilerek sıçradım.” 

Hıfzı Topuz

Hava Kurşun Gibi Ağır

Remzi Kitabevi, 2011, 326 s.

Nâzım Hikmet, hakkında çokça inceleme araştırma yapılmış, çokça yazılıp çizilmiş bir isim. Hatta artık yalnızca belli özelliklerinde odaklanan kitaplar yayımlanan bir isim. Örneğin Çiviyazıları Yayınevinden Nâzım Hikmet’in yalnızca siyasi yönünü ele alan bir siyasi biyografisi çıkmıştı önceki yıllarda; aynı şekilde, Literatür’den de Nâzım Hikmet’in Hasreti ismiyle yalnızca Moskova günlerini aktaran, oradaki yaşamına ilişkin ayrıntılara yer veren bir kitap yayımlanmıştı. Dolayısıyla bütün bunlar düşünüldüğünde, hakkında yeni olarak ne anlatılabilir sorusu gelebilir akla. Oysa yayımlanan her özgün kitapla, bu düşünce sürekli öteleniyor gibi görünüyor. Hıfzı Topuz da, kitabının sunuşunda aynı şeye dikkat çekmiş, sonrasında da bu kitabı neden kaleme aldığını açıklamış: “Uzun yıllar Nâzım hakkında kitap yazmayı düşünmemiştim. Nâzım’la ilgili yüzden fazla kitap yayınlandığını biliyordum. Bunlara ekleyecek bir şeyim olmadığı kanısındaydım. Birçok dostum bana ‘Sen Nâzım’ı ve arkadaşlarını yakından tanıdın, birçoğu senin de dostun oldu, bunları neden yazmıyorsun?’ diye sorduğunda anılarımın bir kitaba konu olmayacağını söylüyordum. 2010 başlarında Nâzım Hikmet Vakfı’nın girişimiyle, yaklaşık 30 kişilik bir topluluğa katılarak sevgili Mehmet Aksoy’un yaptığı Nâzım heykelini Küba’ya taşıdık. Dostlarım orada her fırsatta elime mikrofonu vererek beni konuşturdular. Dönüşte de yine bana ‘Nâzım’ı tanıyan kaç kişi kaldı, onu yazsana,’ diyenler oldu. Ben de kaleme sarıldım.”

Erkan Irmak

Kayıp Destan’ın İzinde

İletişim Yayınları, 2011, 267 s.

Erkan Irmak’ın 2009 Memet Fuat Eleştiri/İnceleme Ödülüne değer görülen çalışması, Nâzım Hikmet’in Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları eserlerinde odaklanıyor. Erkan Irmak, Nâzım Hikmet’in bu iki eserini tüm yönleriyle ele almaya çalışmış. Örneğin öncelikle, bu iki eserin tarihçelerini sunuyor yazar; Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nın hangi gerekçe ve niyetlerle yazılmaya başlandığının, bu süreçlerde kimlerin nasıl müdahil olduğunun, tarihsel koşulların metinlerin yazılışına etkilerinin, Nâzım Hikmet’in metinleriyle olan ilişkisinin ve yayımlanışları sırasında metinlerin başından geçenlerin bir dökümü çıkarılmış. Bu bölümlerin ardından söz konusu eserlere “sanat ve ideoloji” penceresinden bakıyor Erkan Irmak. Üçüncü bölümde ise, “bir yandan önceki iki bölümde yürütülen tartışmalarda varılan sonuçlara yeni bakış açılarından bir sağlama yapmaya [çalışılmış], bir yandan da Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda yer alan Kuvâyi Milliye’ye ait kısımlar karşılaştırmalı bir şekilde [yorumlanmış].” Sonuç olarak Erkan Irmak, Kuvâyi Milliye ve Memleketimden İnsan Manzaraları’nda milliyetçilik, propaganda, ideoloji ve tür gibi temaların izlerini sürdüğü özgün bir çalışma ortaya koymuş.

ed. Nurhayat Yazıcı

Hitit Uygarlığı İzinde Anadolu

Uranus Yayıncılık, 2011, 322 s.

Editörlüğünü nurhayat Yazıcı’nın üstlendiği, metinleri Ali Kılıçkaya ile Erdal Yazıcı tarafından kaleme alınan ve fotoğrafların da yine Erdal Yazıcı’ya ait olduğu kitapta Hitit Uygarlığı, dört ana bölüm başlığı altında alınmış incelenmiş. İlk olarak Hattiler ve Asur ticaret kolonileri dönemi anlatılıyor (Hititler Anadolu’da kurulan ilk devlet olma özelliğine sahip, ama Anadolu’ya geldiklerinde ilk karşılaştıkları halk, Anadolu’nun yerli halkı Hattilerdi, dolayısıyla kitap buradan başlamış). Sonrasında Hitit tarihine geçilmiş; Hattilerle kaynaşan, onların içinde gelişip önce krallık sonrasında da imparatorluk haline gelen Hitit tarihi ele alınıyor. Üçüncü bölümde de belli bölgeler mercek altına alınarak Hitit yerleşimleri, anıtlar ve müzeler tanıtılmış. Son bölümde ise Hititler’in Anadolu dışında, özellikle Kuzey Suriye’deki yayılma alanları ve Mısırlılarla olan ilişkileri irdelenmiş.

Kuşe kâğıda basılmış, ciltli ve bol bol fotoğrafın, görsel malzemenin kullanıldığı Hitit Uygarlığı İzinde Anadolu kitabı, oldukça albenili bir yapıya sahip. Kitaptaki fotoğraflara imza atmış olan Erdal Yazıcı, bu kitabı aynı zamanda daha kapsamlı bir projenin ilk adımı olarak nitelendirmiş. Belki de ilerleyen zamanlarda bu belgesel çalışma, bir fotoğraf sergisi ve hatta bir kısa film olarak yeniden karşımıza çıkabilir.

Jane Jacobs

Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı

çev. Bülent Doğan

Metis Yayınları, 2011, 466 s.

Özellikle şehir planlama üzerinde kafa yoranları ya da akademi nedeniyle kafa yormak durumunda olanları rahatlatacak bir çeviri... İlk yayımlandığı tarihten bu yana “okuma listeleri”nin başlarında yer almış ve önemli referanslardan biri kabul edilen bu çalışma, alanında bir klasik olarak nitelendirilebilir kolaylıkla. “Güzel bir sokağın ya da parkın şehirde yaşayanlara nasıl bir yararı vardır? Şehrin sokağında yürüyebilme isteği ile otomobil sürme isteği bağdaşabilir mi? Şehirlerde çeşitliliğin sürmesinin koşulları nelerdir? Çöküşe yol açan veya beraberinde yenilenmeyi getiren kuvvetler hangileridir? Sağlıklı bir şehir hayatı için ne gibi planlama taktiklerine başvurulabilir?” Yazarın kendi sözleriyle; şehir sokaklarını ve şehir parklarının aldatıcı yönlerini öğrenmek ve bunlar üzerine düşünmek Jane Jacobs’ı bir “define avı”na sürüklemiş. Sokakların ve parkların şehirlerin başka niteliklerinin ipuçları ve anahtarlarıyla dolup taştığını fark etmesiyle keşifleri birbiri ardına sıralanmış yazarın. Bir anlamda, yukarıda alıntıladığımız sorulardan yola çıkarak, bu keşiflerini aktarıyor Jane Jacobs.

David Thorne

İnternet Bir Oyun Bahçesidir

çev. Koray Özbudak

Resif Kitap, 2011, 277 s.

David Thorne, internette belli bir mesai harcayanlara aşina bir isim aslında, bir şekilde mutlaka denk gelinmiştir diye düşünüyorum. Özellikle 2008’in sonlarında, 233,95 dolarlık borcunu çizdiği bir örümcek resmiyle ödemeye çalıştığı e-mail’inin ortalarda dolaşmaya başlamasıyla internette bir hayli popülerleşmişti. Sonrasında bu mail’inin aslında pek çok benzer mail’inden yalnızca biri olduğu anlaşıldı ve bu “internet kişiliği” çeşitli haber kanallarında, talk show’larda boy göstermeye başladı; en sonunda da benzer yazışmalarının ve kimi makalelerinin derlendiği İnternet Bir Oyun Bahçesidir kitabı ortaya çıktı ve tahmin edilebileceği gibi, çıkar çıkmaz da The New York Times’ın o ünlü çoksatanlar listesindeki yerini aldı. David Thorne’u kendi internet sitesi olan www.27bslash6.com adresinden de takip etmek mümkün; sitenin ismi, George Orwell’ın Londra’daki evinin adresinden geliyor. Kitabın ismi ise şuradan geliyor: David Thorne’un ünlü örümcek çizimi, ki aslında “kopyala yapıştır”la herkesin birbirine mail olarak gönderdiği zamanlarda, bir alışveriş sitesinde açık artırmaya sunuluyor ve bu açık artırmayı on bin dolarla Patrick Munoz isimli biri kazanıyor, fakat sonrasında ödemeyi reddediyor. İşte bu olayın ardından da David Thorne’un şöyle bir açıklama yaptığı söyleniyor: “İnternet bir oyun bahçesidir ve başka türlü olmasını istemem.”